Iron Maiden Biyografisi
Bir tanrı ve beş kutsanmış
adam.. Onlar için, kelimeler hiç olmadıkları kadar kifayetsiz kalıyor. Bu duygu,
bu inanç ve bu bağlılık.. Çizgiyi hiç bozmadan 30 yıl boyunca saf Heavy Metal
yapmak, Heavy Metal’in Judas Priest ile birlikte kurucusu ve bugüne kadar Heavy
bayrağını en saftaki taşıyıcısı olmak.. Aklım, duygularım ve klavyemden çıkan
harflerin izin verdiği ölçüde Maiden ve bugüne olan yolculuğu, o büyük tarihi
biraz da resmi bir dille anlatmaya çalışacağım. İşin içine duygu katmaya
kalkarsam bu sefer altından kalkamam. Zaten boyumdan büyük bir işe kalkıştım
sanırım ama yine de başlayalım.. Huzurlarınızda IRON MAIDEN!!
Bu yolculuk
1975’te Steve Harris’in bassla tanışmasıyla başladı. Bazı yerel gruplarda çalan
Harris, grup arkadaşlarının Harris’in bestelerini istemeyişi üzerine gruptan
ayrıldı ve kendi grubunu kurmaya karar verdi.
İlk
Yıllar
Maiden 70li yıllarda Londra’nın punk gruplarının ağır
bastığı East End bölgesinde çaldığı dönemde tam oniki farklı kadroyla sahne
aldı. Deep Purple, Led Zeppelin, Yes, Wishbone Ash, Queen gibi gruplardan
esinlenmiş ve taa o zamanlardan metal temelini oturtmuş olan Maiden o dönemki
etkilenmelerden dolayı punk ögeleri taşıyordu. Klavyeci Tony Moree 1977’de gruba
dahil oldu ama çok geçmeden klavyenin grubun sound’una uymadığına karar verildi
ve klavye çıkartıldı. Grubun ilk vokali Paul Day yerini Dennis Wilcock’a
bıraktı.
Wilcock tam bir KISS hayranıydı ve şovlarında alevler,
makyajlar ve sahte kan gibi Gene Simmons gösterileri yapardı. Eddie fikrinin
temeli de Wilcock’a kadar gitmektedir. Wilcock bir vokal olarak hemen her
özelliğe sahipti ve grubu bir üst düzeye taşıyabilecek bir kapasitesi vardı.
Ancak bu durum 1978 yılında punk kökenli Paul Di’Anno ve davulcu Duog Sampson’ın
gruba gelmesiyle değişti.
Grubun adını Steve Harris “The Man In The Iron
Mask” , “Demir Maske” filmini izlerken buldu. Ortaçağ’da kullanılan bir işkence
aletinin adından etkilenerek bu ismi grubuna uygun buldu.
Iron Maideni
İngiltere’nin heavy metal arenasında adeta şok etkisi yarattı. Sadece üç yıldır
çalıyor olmalarına rağmen takipçilerinin sayısı her geçen gün artıyordu. O güne
kadar hiçbir kayıt yapmamış olan grup 1978 yılının yılbaşı arifesinde hard rock
tarihinin belki de en ünlü demosu olan The Soundhouse Tapes’i kaydettiler.
Sadece dört parça kaydetmiş olmalarına rağmen bir hafta içerisinde basılan 5 bin
kopyanın 5 bini de satıldı. Bu demodaki iki şarkı; “Iron Maiden” ve “Prowler”,
İngiltere’de metal listelerinde birinci sıraya yükseldi. Maiden’ın ilk albüm
çalışması bir compilation albüm olan ve 1980’de yayınlanan “Metal for Muthas”
için oldu. Bu albümde “Sanctuary” ve “Wrathchild” ın ilk versiyonları yer
aldı.
Murray’in gruba dahil olduğu 1977 yılı ve ertesi sene, 1978 yılı
boyunca, şimdiki sistemden çok uzak olarak, Dave tek gitardı. 1979 yılında Tony
Parsons gruba girdi ve iki gitarlı bir düzene geçildi. Doug Sampson’ın yerine
Clive Burr’un gelmesiyle Kasım 1979’da EMI ile 15 yıl sürecek olan çok büyük bir
anlaşma yapıldı. Stüdyoya girmeden hemen önce Parsons’ın yerine Dennis Stratton
geldi. Ardından grup Dave’in çocukluk arkadaşı olan Adrian Smith’i de gruba
almak istediler ancak Smith o aralar kendi grubu Urchin’in çalışmalarıyla
meşguldü ve bu teklifi geri çevirdi.
İlk
Başarı
1980 yılı geldiğinde efsane resmileşti ve ilk albüm EMI
etiketiyle yayınlandı; Iron Maiden. Bu albüm neredeyse devrim gibiydi. Maiden
NWOBHM’i kurmuş, dahası Heavy Metal’in doğuşunu kesinleştirmişti. Grup, KISS’in
1980 Umasked turunda açılışları yaptı. Yine aynı şekilde Judas Priest’in de
birçok konserinde açılışları yapan grup Maiden’dı. KISS turnesinin hemen
ardından Dennis Stratton grup ile olan anlaşmazlıklar ve müzikal farklılıklar
sebebiyle gruptan atıldı. Bu zamanlama aslında çok iyiydi çünkü Adrian Smith
kendi işlerini bırakıp Maiden’a katılmayı kabul etmişti.
Smith gruba
keskin ve sert bir sound getirdi. Gergin ve neredeyse deneysel stili, Murray’in
akıcı, hızlı ve blues temelli stilinintam tersiydi. Maiden’ı Maiden yapan [ 3
gitardan önce ] “twin guitar” düzeniydi. Murray ve Smith’in zıt stilleri
Maiden’ın müziğinde, ortak bir noktada buluşyor ve bir neredeyse bir marka
haline geliyordu. Wishbone Ash ve Thin Lizzy’in öncülüğünü yaptığı ikili gitar
partisyonlarını Judas ve Maiden mükemmelleştirerek heavy metali dünyaya sundu.
1981’de ise ikinci albüm, Killers çıktı. Bu albümde ilk albümün
kayıtları sırasında bestelenen ama albüme alınmayan birçok parça bulunuyordu. Bu
albüm için sadece iki yeni parça hazırlanmıştı; albüme adını veren “Killers” ve
“Murders In The Rue Morgue”
Yeni Dönem
Birçok
grup gibi Maiden’da da fazlaca bir alkol tüketimi mevcuttu ve hemen hepsinin çok
da az olsa uyuşturucuya bulaşmışlığı vardı. Bir tek Steve Harris’in bunlardan
hiçbiriyle hiçbir zaman alakası olmamıştı. Diğer grup elemanlarının aksine
Di’anno bu durumu iyice abarttı ve kokain kullandığı için kendisine çok zarar
vermeye başladı. Amerika’da da büyük bir başarı kazanan Maiden, Paul Di’Anno’nun
alkol ve uyuşturucu sorunuyla performansını düşürmesi sebebiyle gruptan attı.
Di’Anno’nun yerine Samson’ın eski vokali Bruce Bruce, nam-ı diğer Bruce
Dickinson geldi.
Bruce taa en başından kendi gibi olacağına yemin
etmişti. Kendisinin de dediği gibi “wasn’t going to wear frilly collars and cut
hair”
Bruce’un ilk Maiden albümü 1982 tarihli “Number Of The Beast”
efsanesi oldu. Bu inanılmaz bir başarı getirdi Maiden’a. “Number Of The Beast”,
“Run To The Hills”, “Hallowed Be Thy Name” gibi heavy metal adına yazılmış en
mükemmel şarkılara imza attı Maiden.
Bu albümden sonra grup ikinci kez dünya
turnesine çıktı. Ancak dinci kesimlerin Maiden’ı satanizmle suçlaması turneye
gölge düşürdü. Dinci kesim şarkı sözlerinin karanlık ve şeytana hitaben
yazıldığını öne sürdü. Tüm bu suçlamalar tek bir şarkı etrafında toplanmıştı:
Number Of The Beast; bir kabusu anlatan Number Of The Beast. Grup elemanları bu
suçlamalara cevap olarak şarkı sözlerinin Steve Harris’in gördüğü bir rüyayı
anlattığını açıklamaya çalışmıştı. Ama pek bir işe yaramadı. Bir grup yobaz
Hristiyan, Maiden’ın [içinde Ozzy’nin albümleri de bulunuyordu.] albümlerini
büyük bir ateşte yaktı. Bu olay ne yazık ki belki de bütün Heavy Metal’in
Satanizm damgası yemesine ön ayak oldu. Nicko ise doğumundan beri inançlı bir
Hristiyan olarak büyüdüğünü ve Number Of The Beast’i çalmaktan mutluluk
duyduğunu ve şarkının Satanizm’e karşı bir uyarı niteliği taşıdığını söylüyor.
Aynı turnede yapımcı Martin Birch, kiliseye giden bir grubun da dahil olduğu bir
trafik kazası geçirdi ve ne tesadüftür ki arabanıon faturası £666 idi =] Birch
ise bu ücreti değil, daha fazlasını ödemeyi tercih etti =]
1983’te
stüdyoya girmeden hemen önce Clive Burr yerini Nicko McBrain’e bıraktı ve ultra
heavy “Piece Of Mind” albümü kaydedildi.
Satanist suçlamalar artarak
devam etti. Grubun, şarkıları yoluyla okült mesajlar vermeye çalıştığı iddia
edildi. Şarkıları tersten çalarak mesajlar bulmaya çalıştılar. Piece Of Mind
albümünde yer alan “Still Life” şarkısının başını tersten dinlediğinizde
Nicko’nun “Hmm, hmm, what ho sed de t’ing wid de t’ree bance. Don’t meddle wid
t’ings you don’t understand” dediği duyulurmuş. Hemen ardından da bir geğirme
=]
Daha sonraları Nicko bunun varlığını doğruladı ve bunun Afrikalı diktatör
Idi Amin Dada’nın bir sözü olduğunu açıkladı.
İngilizce meali : “What
how, said the monster with the three heads, don’t meddle with the things you
don’t understand.”
Türkçe meali : “Ne nasıl? Dedi üç başlı canavar.
Anlamadığın şeylere burnunu sokma!
Yine Piece Of Mind albümü için bir
tartışma daha çıktı. Bu sefer yazar Frank Herbert grupla tartışmaya girişti.
Grup, yazarın “Dune” adlı kitabını konu alan ve aynı isimde bir şarkı kaydetmek
istiyordu. Sadece kitabın adının kullanılmasına değil, şarkının introsunda
kitaptan bir bölümün söylenmesine de karşı çıktı Herbert. Steve Harris’in talebi
Herbert’in menejerleri tarafından çok sert bir biçimde geri çevrildi:
“Hayır!
Çünkü Frank Herbert rock gruplarını sevmez, hatta heavy-rock gruplarını hiç
sevmez, hele ki Iron Maiden gibi heavy-rock gruplarından nefret eder.”
Bu
sözlerin ardından da yasal yaptırımlar uygulanacağı tehdidi gelince Maiden geri
adım atmak zorunda kaldı ve şarkı “To Tame A Land” olarak
kaydedildi.
Deneyim
1988 yılı Maiden için
farklı birşeylerin denendiği bir yıl oldu. Yedinci stüdyo albümler “Seveth Son
Of The Seventh Son” da değişik bir yaklaşım, alışılmışın dışında birşeyler
denediler. Bu bir konsept albümüydü. Mitlerde anlatılan, kâhin bir çocuğu, Orson
Scott Card’ın “Seventh Son” adlı kitabına da konu olan çocuğu temel
alıyordu.
[1977’den bu yana] Maiden ilk defa bir albümünde klavye
kullandı. Kimi eleştirmene göre bu durum biraz daha “ulaşılabilir” bir albüm
ortaya çıkardı. Ayrıca grup ilk defa bir festiavlde headliner olarak yer aldı;
Monsters Of Rock
Guiness Rekorlar Kitabı’nın 1990 yılı baskısında şöyle
bir rekor yer alır:
“En büyük PA Sistemi: 20 Ağustos 1988 yılındaki
Monsters Of Rock festivalinde 360 tane 523 kW potansiyelli Turbosound amfi ile
en büyük PA Sistemi oluşturuldu. Konser boyunca ortalama ses basınç seviyesi 118
dB idi Iron Maiden’ın bu performansı sırasında. Konser boyunca maximum 124 dB’e
çıkan seviyeyi sağlayan bu PA Sistemi’nin kurulması tam beş gün
sürdü.”
Ayrılıklar