Üstümüz başımız punk
“Punk”, herkes için başka başka anlama gelebilir... İşin başını sonunu bilmeyen kuşağa göre saçma sapan giyinip, haddi hududu olmadan içip, gürültülü bir müzik dinleyip gece tarifesine kalmadan eve dönmek iken, başka bir kuşağa göre ise eğlenceli, hızlı ve mutlaka melodili yaratıcı bir rock'nroll müziğidir. Büyükannenize göre ise zibidiliktir ve ona göre bütün gençler “punk”tır (pank değil punk şeklinde telâffuz etmektedir). Bize ve aklı başında diğerlerine göre ise sert, sıkı, direkt bir müziktir, aynı zamanda zekidir ve arkasında bir kültür ve hatta yap yakıştır tak takıştır gibisinden bir moda barındırır. Punk olmak ise zibidilik değil, “takmamak”, “umurunda olmamak”, “istediği gibi davranıp istediği kişi olmak”tır bize sorarsanız. Punk olmak, mevcut her türlü sistemden bezmiş olmak anlamına gelir. Elbette bir de bu ideolojinin fon müziğini dinlemek.
Punk rock tarihi, plak şirketlerinden medet ummadan kurulmuş gruplarla 1970’lerde başlar, Sex Pistols, The Clash ve The Ramones demek de işi aşağı yukarı özetler.
Punk rock tabiri ise 1960’larda çaldıkları enstrümanlardan pek de haberi olmayan gitar gruplarını özetlemek için bulunmuştur. Biz şimdi onlara garage rock demeyi tercih ediyoruz. “Punk rock” lafını ilk kullanan, müzik yazarı Dave Marsh’tır, ? and the Mysterians adlı grubun yaptığı müzik türüne bir isim ararken 1971’de bir yazısında “punk rock” deyivermiştir ilkin. Bu tabir müzik yazarları tarafından hemen sevilmiş ve 1960’lardaki garage rock grupları için kullanılmıştır.
Bu demektir ki punk rock diyorsak The Velvet Underground’dan, The Who’dan, Rolling Stones’dan, The Stooges’dan, Deviants’dan, New York Dolls’dan, Roxy Music’den de bahsetmemiz gerekiyor.
Beatles Amerika’yı kasıp kavurduktan iki yıl sonra (yani 1968’de), Iggy Pop, şimdiye kadar duyulmuş müziklere hiç benzemeyen müzikler yapan bir grup kurmaya karar vermiş. Iggy, Detroit’de neredeyse enstrüman çalmayı bilmeyen arkadaşlarıyla The Stooges’ı kurmuş. Keyiflerine göre delirebilecekleri bir müzik yapmalarına engel olan müzikal kalıplarla kafalarının kirlenmediği anlamına da geliyormuş bu.
Biz kendilerinin felsefeleri ve müzikleriyle gerçekten punk olmaya en çok yaklaşan gruplardan olduklarını düşünüyoruz. Peki neden gerçekten ilk punk grubu değiller? Çünkü bizce ilk punk grubu denmesi gereken grup başka ve üç paragraf aşağı inerseniz kendileri ile tanışacaksınız.
Büyük bir plak firması olan Elektra ile anlaşma imzalamaları biraz ironik dursa da 1696’da ilk albümleri çıkmış ve bu albümü “I Wanna Be Your Dog”dan biliyoruz. Hâlâ çok büyük bir şarkıdır, bu yazıyı okuyup şarkı hakkında fikri olmayanlar varsa derhal edinmeleri şart. Bütün bu enerjilerinin altında yatan kaynak da bezginlikleriymiş. Yapacak bir şeyleri olmadan geçecek yeni bir yılın, fakir olmanın, mevcut müziğin, hayatta başardıkları bir şeyin olmamasının getirdiği bezginlik...
Yine Detroit’den MC5 da sıkılıyormuş ama onlar hayata biraz da politik bakıyorlarmış. Alın size bir punk geleneği daha. Müzikleri The Who’ya benzese de bu politik tavırları sayesinde onlar da Elektra ile anlaşmışlar. Küfürlü sözleri sebebiyle bir plak mağazası albümlerini satmayı reddetmiş, onlar da gazeteye tam sayfa ilan vererek mağazaya küfretmişler. Elektra bu durumdan memnun olmamış ve yolları ayrılmış ama bu hareketler klasik punk tavırları olması bakımından tarihî önem taşıyor.
The Stooges, MC5 gibi gruplar bazı punk özellikleri taşıyordu ama ilk punk grupları olarak bunları sayanları fazla dinlememek lazım, bizce 1975’te Ramones kurulana kadar gerçek bir punk grubu hiç olmadı. Bu yüzden birçok kaynakta punk’ın doğum tarihi olarak 1975 kabul edilir. Ramones’un 1976’da çıkan “Ramones” adlı albümü, ilk gerçek punk rock albümüdür ve onlar bu türün yaratıcıları kabul edilir. Kurulma hikâyeleri de The Stooges ile aynıdır, mevcut müziklerden sıkılmışlardır ve daha önce dinledikleri müzikler istedikleri şey değildir, o halde istedikleri müziği kendileri yapmalıdırlar. O güne kadar bu amaçla kurulan gruplar, teknik bilgisizliklerinin kurbanı olmuşlar.
Ramones’un şarkıları da genellikle sadece birkaç akordan, sözleri de aynı lafların tekrarından oluşuyordu. Büyük punk rock gruplarının “üç akor” suçlamaları ile karşılaşması da bu dönemlerde başlamıştı. “The Blizkrieg Bop”, “Sheena is a Punk Rocker”, “Cretin Hop”, “Pinhead”, “Do You remember Rock'nRoll Radio” ve “I Wanna Be Sedated” gibi hitleri hep amatör ama agresifti. Ramones’un, rock'nroll’un ilk günlerindeki gibi iki dakikalık şarkı geleneğini yeniden canlandırdığı da söylenmeli.
Ramones, İngiliz punk gruplarına ilham veren asıl gruptur, 1976’da Londra’daki bir konserde Sex Pistols, The Clash, The Damned, Souxsie and the Banshees, The Jam, Buzzcocks ile birlikte çaldılar, bu grupların hepsinin sonradan birer punk efsanesi olduklarına dikkatinizi çekeriz.
The Sex Pistols, Ramones’dan amatör ruhu ödünç alıp üzerine katmerli bir bezginlik ekledi, punk rock’da ne kadar bezginseniz o kadar iyidir. Sex Pistols’ın müziği, Ramones’unkinden bile çiğ görünüyordu, akoru kaçmış bir gitarla yapılan ritimler, Sex Pistols’ın esas dayandığı şeydi. Baslar, sarhoş çalmaktan gocunmayan Sid Vicious tarafından katlediliyordu. Solist Johnny Rotten biraz şarkı söyleyip biraz bağırarak sisteme sayıp sövüyorlardı.
Johnny ile Sid, tüm zamanların en büyük iki punk’ı kabul edilir. Müzik olarak da moda olarak da punk kültürüne çok şey kattılar. Anarşist sözcüğünün komünist ile aynı anlama geldiği zamanlarda kendilerine anarşist demeye bile cesaret ettiler. “Anarchy In The UK”, “God Save The Queen” ve “No Feelings” en ünlü şarkılarıdır.
Pistols’un sahne dışındaki tavırları, sahnedekilerden bile daha çok konuşuluyordu. Röportajlarda küfretmeleri, televizyon programlarında birilerine saldırmaları, “normal” insanların punk’dan korkmasına, daha çok “bezgin” gencin ise punkçı olmasına yol açıyordu. Yırtık pantolonları, tişörtleri, botları, saçları ile punk’ın görünümünü büyük ölçüde belirleyen de yine Pistols’dı.
Sex Pistols, İngiltere’de eserken, Amerika’da The Ramones ile birlikte Television, Blondie, Manster gibileri bir punk geleneği yaratıyorlardı. Bu gruplara o dönemde punk denebiliyor veya denmiyordu, 1976’da “Punk Magazine” çıkana kadar da bu karışıklık devam etti. Bahsedilmesi gereken o kadar çok grup var ki The Saints, New York Dolls, The Adverts, The Slits, The Misfits, The Specials, Madness, The Selector...
Peki 1970’lerden sonra neler oldu? 1980’lerde Amerika’da hardcore punk denen bir akım doğdu. Minutemen, Sick of it All ve Hüsker Dü, bu akımın en ünlüleri. İngiltere’de ise post punk denen daha olgun bir müzik yapılıyordu, başını da Joy division, The Fall, Public Image Ltd. çekiyordu.
1990’ların başında punk, daha sert olarak Operation Ivy, Bad Religion ve Rancid ile yaşadı, ta ki skater punk ve ska punk denen akımlar patlayana kadar. Pennywise, NOFX, The Offspring, Green Day ve benzerleri, punk’ı 1990’lara taşıyan esas isimler oldular. Tekrar biraz eskiye dönersek, Nirvana da punk’dan besleniyordu pekalâ. “Nevermind”, punk’dan etkilenen bir grubun Amerika’da ilk kez liste başı olduğu albümdür. Nirvana’nın başını çektiği dönem, “1991: The Year Punk Broke” adlı filmle belgelendi ve filmde Dinosaur Jr ile Sonic Youth da vardı.
1990’lar, ayrıca punk’ın yeraltından çıkıp MTV tarafından evlât edinildiği dönemdir. Sisteme sayıp söven gruplar artık evcilleştiriliyor ve sistem tarafından satın alınıyorsa buna ne derece punk denir bu tartışılır elbette. 2000’lerin ruhsuz pop punk’ının önemli grupları ise Simple Plan, Good Charlotte ve klonları.